ANKARA – Kuruluşundan bu yana tartışmalara neden olan Türkiye Varlık Fonu 8 yılı geride bıraktı. Muhalefetin “paralel hazine” olarak nitelendirdiği fonun kuruluşu kadar denetim sürecine dair de birçok eleştiri bulunuyor. CHP, 2 ay 16 gün gecikmeyle yapılan 2022 yılı Meclis denetimi görüşmelerinin ardından hazırladığı raporu kamuoyuyla paylaştı. Raporda Cumhurbaşkanı’na bağlı fonun gerçek anlamda denetlenmediği, zararının araştırılmadığı gibi pek çok önemli tespit yer aldı.
Ziraat Bankası, PTT, BOTAŞ Çaykur gibi pek çok kamu bankası ve kurumunun dahil edildiği bu fonun büyüklüğü 2022 yılı verilerine göre 300 milyar dolar. CHP Plan ve Bütçe Komisyonu Sözcüsü Rahmi Aşkın Türeli, Türkiye’nin milli gelirinin üçte birine denk gelen büyüklükteki bu fonun denetimiyle ilgili ciddi sıkıntılara dikkat çekiyor.
“Böyle kamusal denetim olmaz” diyen Türeli, “Türkiye’yi adeta kendi malıymış gibi yönetmeye çalışan bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Bu kurumlar hepimizin vergileriyle kurulmuş olan ülkenin önemli kurumları. Bu yüzden Türkiye Varlık Fonu’nun kapatılması ve bu kurumların yeniden kamunun içine alınması gerekiyor. Ülkenin kaynaklarının ve varlıklarının ülkenin plan, program ve bütçe amaç ve hedefleri çerçevesinde öncelikli ve gerçek ihtiyaçlar için kullanılması büyük önem arz ediyor” değerlendirmesi yapıyor.
Türeli ile Türkiye Varlık Fonu’na dair tüm itirazları, bilinmeyenleri konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu duruma, seçim sonrası senaryolara ve mevcut durumdan çıkışa dair görüşlerini de aldığımız Türeli’nin sorularımıza cevapları şöyle oldu:
‘VARLIK FONU’NUN 2022 BÜYÜKLÜĞÜ 300 MİLYAR DOLAR’
Türkiye Varlık Fonu’nun varlığı neden bu kadar tartışmalı?
Dünyada varlık fonları iki esas üzerine kuruluyor. Ya ülkenizde doğalgaz, petrol, kıymetli maden gibi bir doğal zenginliğiniz olacak ya da dış ticaret fazlası, rezerv fazlası veren bir ekonomik yapınız olacak. Varlık fonları bu olumlu koşulları değerlendirmek için kurulan yapılar. Başka bir ifadeyle ülkede gelecekte yaşanabilecek olumsuz koşulları ve krizleri de düşünerek şimdiden hazırlık yapmak ve aynı zamanda gelecek kuşakların da refahının düşmeyeceği bir ekonomik yapıyı yaratmak için kurulan fonlar. Bununla birlikte, tasarruf açığı olan ülkemizde yapısal olarak dış ticaret ve cari açık verilirken ve geliri sonraki kuşaklara aktarılabilecek bir doğal kaynak da bulunmazken bu tür bir fon yapısının kurulması anlaşılabilir değil. Bu yüzden de Türkiye Varlık Fonu kamuoyunda gereklilik açısından ciddi biçimde tartışılıyor.
Türkiye Varlık Fonu’nu ‘İkinci bir Hazine’, ‘Paralel Bütçe’ olarak tanımlıyorsunuz. Neden?
Türkiye Varlık Fonu 2016’da 6741 Sayılı Kanunla kuruldu ve bir kısım Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) Varlık Fonu’na aktarıldı. Şu anda Varlık Fonu’nun bünyesinde 30 şirket, 2 lisans, 46 gayrimenkul var. Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıfbank, Türkiye Hayat Emeklilik, Türkiye Sigorta, Türk Telekom, Turkcell, TPAO, BOTAŞ, PTT, Türk Hava Yolları, Çaykur, Borsa İstanbul gibi ülkemizin önde gelen şirketleri bu fonun bünyesinde. 2022 yılı itibariyle 300 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip.
‘PEK ÇOK MUAFİYETE SAHİP VE CİDDİ BİR DENETİME TABİ DEĞİL, TAMAMEN BAŞINA BUYRUK’
Bununla birlikte, Türkiye Varlık Fonu ve içindeki kuruluşlar birçok alanda muafiyetlere sahip ve faaliyetlerinde ciddi bir denetime tabi değiller. TVF ve onun tarafından kurulacak şirket ve alt fonlar 30 adet değişik muafiyete tabi. Bu muafiyetler denetimden, ihale koşullarına, personel rejiminden taşıt kullanmaya, vergi-resim-harçlardan rekabete kadar çok değişik alanlarda yaygın. Nitekim Türkiye Varlık Fonu, Sayıştay Kanunu, Devlet İhale Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Rekabet Kanunu, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunları, SPK Kanunu ve diğer kanunların bazı maddeleri, bu kanunlar uyarınca yürürlüğe konulan ikincil mevzuattan muaf. Türkiye Varlık Fonu Sayıştay denetiminin de dışında. Aynı zamanda KİT’lere ilişkin denetim mevzuatı da fon kapsamındaki kuruluşlara uygulanmıyor. Bu kadar çok sayıda kanunu ilgilendiren muafiyetin varlığı, TVF’nin fazlasıyla özerk ve tamamen kendi başına buyruk bir yapı olmasını getiriyor.
!ONAYA BAĞLI OLMADAN, KENDİ BAŞINA BORÇLANABİLİYOR’
Bunun yanı sıra, TVF herhangi bir izine ve onaya bağlı olmadan ulusal ve uluslararası piyasalarda kendi başına borçlanabiliyor. Ayrıca ilgili kanunun 4. maddesinde yer alan “Finansman sağlanırken Türkiye Varlık Fonu portföyü üzerinde teminat, rehin, kefalet ve ipotek tesisi edilebilir” hükmü var.
Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı ve Yatırım Programı dokümanlarında, Türkiye Varlık Fonu Şirketi, şirket tarafından kurulan diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulan alt fonlarla ilgili herhangi bir göstergeye ve veriye yer verilmemesi çok önemli bir sorun ve ikili bir yapıya işaret ediyor.
Özet olarak, Türkiye Varlık Fonu’nun hazine ile ilişkisi şeffaf değil. Normal şartlar altında her şeyi bir bütünlük içinde görmemiz gerekirken göremiyoruz. Türkiye Varlık Fonu adeta bütçe açığı için bir perdeleme işlevi görüyor. Bu durum bütçe dışında ayrı bir paralel bütçe ve ikinci bir hazinenin oluştuğu bir yapıya işaret ediyor.
‘CUMHURBAŞKANI VARLIK FONU’NUN HEM PLANLAYICISI HEM YÜRÜTÜCÜSÜ HEM DENETLEYİCİSİ’
Varlık Fonu’nun nasıl bir işleyişi var ve nasıl bir denetim var?
Varlık Fonu’nun işleyişinde Cumhurbaşkanı neredeyse tek belirleyici. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın hem Cumhurbaşkanı sıfatıyla hem de TVF Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla görev ve yetkileri var. Varlık Fonu’nun işleyişine ilişkin esaslar ve Varlık Fonu’na aktarılacak kurumların hangileri olacağı Cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor. Cumhurbaşkanı aynı zamanda Varlık Fonu’nu yöneten şirketin Yönetim Kurulu Başkanı. Şirketin diğer yönetim kurulu üyeleri de Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.
Diğer taraftan Cumhurbaşkanı’nın denetimle ilgili yetkileri var. Varlık Fonu’nun denetimi Cumhurbaşkanı’nın başkanı olduğu TVF Şirketi Yönetim Kurulu tarafından bir bağımsız denetim şirketine yaptırılıyor. Sonrasında bağımsız denetim şirketinin raporu ise Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen en az üç kamu denetim elemanı tarafından denetleniyor. Bununla birlikte kamu denetim elemanlarının denetimleri bağımsız denetim şirketinin denetimini yaptığı mali tabloların uluslararası muhasebe standartlarına uygunluğu ile sınırlı. Tüm faaliyetlerin hukuki açıdan, kaynak kullanımı açısından, gereklilik ve yerindelik açısından denetlendiği bir süreç yok. Ve son dönemde bu denetim, üyelerinin tamamını Cumhurbaşkanı’nın belirlediği Devlet Denetleme Kurulu (DDK) koordinasyonunda yaptırılıyor. Yani Cumhurbaşkanı işin hem planlayıcısı hem yürütücüsü hem denetleyicisi konumunda. Bu görevlerin aynı kişide birleşmesi hem yönetim hem de denetim açısından idare hukuku prensiplerine göre çok ciddi bir sakatlık yaratıyor.
Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı’nda çalışan bazı üst düzey görevliler, başkanlar, politika kurulu üyeleri, danışmanlar aynı zamanda Varlık Fonu portföyüne alınmış bazı şirketlerin yönetim ve denetim kurullarında üye olarak görev yapıyorlar. Türkiye Varlık Fonu Yönetim Kurulu Üyeleri de Varlık Fonu bünyesindeki şirketlerde yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyor.
Türkiye Varlık Fonu’nun yapısına uluslararası standartlar açısından bakıldığında yönetime ve denetime ilişkin fonksiyonların bu kadar iç içe girdiği ve tek bir kişide birleştiği başka bir yapıya rastlamak mümkün değil. Dünyadaki örneklerine bakıldığında da böyle ucube bir yapı hiçbir varlık fonunda yok.
‘RAPOR ÜÇ AY GEÇ GELDİ, YÖNETİM KURULU ÜYELERİ GÖRÜŞMELERE KATILMADI’
Geçtiğimiz hafta TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Türkiye Varlık Fonu’nun denetimini gerçekleştirdiniz ve bir rapor hazırladınız. Ne gibi sonuçlara ulaştınız?
Öncelikle şunu söyleyeyim. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki denetimin kanuna göre her yılın ekim ayında yapılması gerekirken denetim raporu Meclis’e 26 Ocak 2024 tarihinde sunuldu. Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri olarak bizlere 29 Ocak tarihinde gönderildi ve 1 Şubat günü de Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüştük ve denetim tamamlanmış oldu.
Denetim raporunun Meclis’e 3 aylık bir gecikmeyle gelmesi, ekleri ile birlikte binlerce sayfalık raporu görüşmemiz için komisyon üyelerine sadece 2 günlük bir inceleme süresinin tanınması, Türkiye Varlık Fonu’nun genel müdür dışındaki diğer yönetim kurulu üyelerinin bu görüşmelerde bulunmaması ciddi sıkıntılar yaratıyor ve TBMM tarafından yapılan denetimi etkisizleştiriyor.
Diğer taraftan TBMM denetimine esas teşkil etmesi gereken kamu denetçilerinin yaptığı denetim son derece eksik ve sınırlı bir denetim. Nitekim Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen kamu denetçileri yaptıkları denetimi sadece bağımsız denetim kuruluşunun raporunun Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından düzenlenen bağımsız denetim standartlarına uygunluğunun incelenmesi ve tespiti ile sınırlandırmakta. Bunun yanı sıra, denetim elemanları; Türkiye Varlık Fonu Şirketi, şirket tarafından kurulan diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulan alt fonların işleyiş ve faaliyetleri ile Türkiye Varlık Fonu portföyüne alınan şirketlerin mali bünyeleri, bazı finansal rasyolar ve kâr zarar durumu açısından herhangi bir ilave değerlendirme yapmıyorlar.
Bunun sonucunda fon ve fon bünyesindeki şirketlerin yaptıkları işlemlerin hukuka uygunluğu, gerekliliği, yerindeliği, ortaya çıkardığı sonuçlar irdelenemiyor. Böyle kamusal denetim olmaz.
‘ALT FON HAZİNE’NİN YAPMASI GEREKEN İŞLERİ YAPMIŞ’
Oysa denetim raporunda PTT, BOTAŞ ve Çaykur’un bu fona devredildikten sonra neden zarar etmeye başladığı irdelenmeliydi. Türkiye Varlık Fonu bünyesinde sonradan kurulan alt fonlar, Şirket tarafından kurulan alt şirketler konusunda da ciddi sıkıntılar var. Kurulan 5 alt fonun 4’ü faaliyette değil. Bu fonların neden çalışmadığı sorulduğunda gelecekte ihtiyaç olursa kullanırız gerekçesiyle kurduk deniliyor. Faaliyette olan tek alt fon zararda ve normalde Hazine tarafından yapılması gereken kamu bankalarına sermaye artırımını sağlamak görevi bu alt fon aracılığıyla yürütülmüş. Şirket bünyesinde kurulan 10 alt şirketin 4’ü zarar etmiş. Neden zarar ettikleri denetim raporlarında yok.
‘PARALEL BÜTÇE, PARALEL HAZİNE’
Yani son derece denetimsiz bir Varlık Fonu var. Bütçe dışında ayrı, paralel bir bütçe, paralel bir hazinenin oluştuğu bir yapı var. Ayrıca özellikle belirtmeliyim ki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyeleri olarak Türkiye Varlık Fonu’na ilişkin hazırladığımız rapor basında ve kamuoyunda son derece ilgiyle karşılandı. Ülkemizi ilgilendiren bu kadar önemli bir konunun gündemde olması ve tartışılması bizleri memnun ediyor.
‘İKTİDAR HESAPSIZ, KİTAPSIZ BİR KAYNAK OLARAK BAKIYOR VARLIK FONU’NA’
Gerçek bir denetim olsaydı sizin soracağınız sorular ne olurdu, neler gelirdi önünüze?
Gerçek bir denetim olsaydı fon bütçesindeki tüm kuruluşların, alt fonların ve şirketlerin yaptığı tüm faaliyetlerin hukuka uygunluğunu, gerekliliğini, yerindeliğini, ekonomik amaç ve hedefler açısından değerlendirilmesini görecektik. Türkiye Varlık Fonu ile ülkenin Beş Yıllık Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program, Yıllık Program ve bütçe arasındaki ilişkiyi görecektik. TVF ve portföyündeki şirketlerin mali bünyelerini, finansal rasyolarını inceleyebilecek ve bu çerçevede yapılması gerekenleri tartışabilecektik. PTT, BOTAŞ, Çaykur’un bu fona devredildikten sonra zarar etmeye başlamasının nedenlerini öğrenecektik. Kamu bankalarına neden sermaye enjekte edildiğini bilecektik.
TVF çok yüksek faiz oranlarıyla yurt dışından borçlanıyor. Bir devletin içinde borçlanma yapması gereken kurum hazinedir. Burada ise TVF kendi borçlanmasını yapıyor. Neden yapıyor, hangi koşullarla yapıyor, alınan borçlar nerelere harcıyor bilecektik.
İktidar hesapsız, kitapsız bir kaynak olarak bakıyor buradaki varlıklara. İstediklerini yapıyorlar. Anormal yetkilerin verildiği bir yapı var burada ve bunun yönetimi Cumhurbaşkanı’nda.
‘MİLLİ GELİRİN ÜÇTE BİRİ BÜYÜKLÜKTE’
2022 rakamlarına göre Türkiye Varlık Fonu’nun toplam varlıklarının 300 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip olduğunu söylediniz. Biraz daha iyi anlaşılması için Türkiye’nin 2022 yıl milli geliriyle karşılaştırır mısınız bu büyüklüğü?
Milli gelirle kıyaslarsak; 2022 yılında Türkiye’nin milli geliri 15 trilyon lira. Varlık Fonu’nun büyüklüğü ise 5,6 trilyon lira. Yani Varlık Fonu’ndaki varlıkların toplamı Türkiye’nin milli gelirinin üçte biri. Her ne kadar varlıklarla gelirleri kıyaslamak her zaman doğru olmasa da bu bize bir fikir vermesi açısından önemli.
‘TÜRKİYE’Yİ KENDİ MALIYMIŞ GİBİ YÖNETMEYE ÇALIŞAN BİR YAKLAŞIM’
Peki yapılması gereken sizce nedir?
Türkiye’yi adeta kendi malıymış gibi yönetmeye çalışan bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Bu kurumlar hepimizin vergileriyle kurulmuş olan ülkenin önemli kurumları. Bu yüzden Türkiye Varlık Fonu’nun kapatılması ve bu kurumların yeniden kamunun içine alınması gerekiyor. Ülkenin kaynaklarının ve varlıklarının ülkenin plan, program ve bütçe amaç ve hedefleri çerçevesinde öncelikli ve gerçek ihtiyaçlar için kullanılması büyük önem arz ediyor.
‘DEPREM SEBEBİYLE ÇIKARILAN EK BÜTÇENİN 592 MİLYAR LİRASI DEPREM İÇİN HARCANMADI’
2024 bütçesi kabul edileli 3 aya yakın bir zaman oldu. Geçtiğimiz sene temmuz ayında, deprem sebebiyle ek bütçe sunulmuştu. Bu sene için böyle bir öngörünüz var mı? 2024 Yılı Bütçesi sizce yeterli mi?
Bu bütçe Türkiye’nin hiçbir sorununu çözebilecek bir bütçe değil. Sadece bütçe de değil, 2024-2028 yıllarını kapsayan 12. Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program, Yıllık Program var olan sorunları giderecek, ülkeyi yeniden kalkınma sürecine sokacak bir perspektifle hazırlanmamış.
Vergi sistemindeki dolaylı vergilere dayalı adaletsiz yapı devam ediyor. Maaş ve ücret artışları yetersiz. Önümüzdeki 3-4 ay içinde enflasyonun gerisine düşecek. Tarıma yapılan destekler yetersiz. Daha da önemlisi bütçede deprem harcamalarına ayrılan para ile deprem illerinde barınma sorunun çözülmesi 15-20 yılı bulacak.
Ek bütçe konusuna gelince önümüzde bir yerel seçim var. Seçimden sonra atılacak adımları görmek gerekiyor anacak ben bir ek bütçe beklemiyorum.
Geçen yıl getirilen ek bütçe ile ilgili de şu tespitleri yapmak lazım; geçen yıl temmuz ayında deprem yaralarının sarılması gerekçesiyle 1 trilyon 119 milyar liralık bir ek bütçe geldi. Bunun 527 milyar lirasının depremle ilgili olduğu ifade edildi. Onun dışındaki 592 milyar lira ise deprem için harcanmadı. İktidar tarafından seçimin finansmanı için kullanıldı. Ayrıca ek bütçe getirdiğiniz zaman o bütçe harcamaları kadar bütçe gelir de koymak gerekiyor. Bunun sonucunda da vergiler artırıldı ve milyonlarca vatandaşımız ağır vergi yükü altında ezildi.
‘2023’ÜN İLK 10’A GİRME HEDEFİ 2053’E ERTELENDİ’
Yeni ekonomi yönetiminin rasyonel politikalara dönüş yaptığı ifade ediliyor. Faiz artırımı, kur korumalı mevduattan çıkış gibi adımlar var. Bu adımları olumlu buluyor musunuz?
Rasyonel politikalar konusuna geçmeden önce şunu vurgulayalım. Türkiye’nin var olan yapısal problemleri AKP iktidarları döneminde çözülmedi, aksine ağırlaştı. Bakın, 2011’de ortaya konulan 2023 hedefleri vardı. Milli gelir 2 trilyon dolar, kişi başına milli gelir 25 bin dolar, ihracat 500 milyar dolar olacaktı. İşsizlik yüzde 5’e, enflasyon düşük tek hanelere indirilecekti. Bütün bunlarla birlikte Türkiye dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacaktı. Hedeflerin yarısına bile ulaşılamadı. Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefi ise 2053 yılına ertelendi.
Diğer taraftan, ülkemizin bugün içinde bulunduğu olumsuz ekonomik tablonun tek müsebbibi 22 yıldır bu ülkeyi tek başına yöneten AKP iktidarıdır. Halen içinde bulunduğumuz kriz açısından bakarsak faizleri önce indiren, sonra da yeniden yükselten bu siyasi iktidarın kadrolarıdır ve Cumhurbaşkanı tarafından atanmakta ve Cumhurbaşkanı’nın talimatlarıyla hareket etmektedirler. Faiz indiriminin siyasi iktidara seçim sürecinde katkı sağlayıp sağlamadığı konusu bir yana bu politika genel anlamda topluma çok ciddi bir maliyet yükledi. Enflasyon yükseldi, dolar kuru arttı, kaynak kullanımı bozuldu ve bu durum gelir dağılımını daha da bozarak yoksulluğun hem yaygınlaşmasına hem de derinleşmesine neden oldu. Ekonominin bugün içinde bulunduğu olumsuzlukları sadece dış gelişmelere bağlayan ve ekonominin üst yönetiminde kadro değişikliği ile her şeyin yeniden rayına gireceği izlenimi yaratan bir yaklaşım ne ekonomide güven ve istikrarı sağlayabilir ne de ülkenin yapısal sorunlarını çözebilir.
2021 yılının Eylül ayında Merkez Bankası politika faizi yüzde 19’du, enflasyon da yüzde 19’du, dolar kuru da 8 lira 35 kuruştu. Birbirini izleyen 4 ayda faiz yüzde 14’e indi, dolar 18 lira 30 kuruşa çıktı, enflasyon yüzde 36’ya yükseldi. Arkasından da kur korumalı mevduat sistemi geldi. 2023 yılının İlk 6 ayında toplam 150 milyar liralık bir kur zararı var. Temmuz ayında çıkan bir kanunla hazinenin kur zararı yükümlülüğü Merkez Bankası’na devredildiği için 2023 yılının toplam rakamını bilmiyoruz. Bakın iddia ederek söylüyorum, o dönemde faiz indirilmemiş olsaydı, hatta 1-2 puan artırabilirdi, enflasyon şimdi yüzde 15-20’ler seviyesindeydi. Dolar kuru da 12-13 lira olurdu. Seçimden sonra ise faiz art arda artırımlarla yüzde 45’e yükseldi.
Faizleri önce neden indirdiniz, sonra neden yükseltiyorsunuz sorusu siyasi iktidar tarafından cevaplanmaya muhtaç olup, ‘rasyonel politikalara döndük’ söylemi ile geçiştirilemez. Bugün Hazine ve Maliye Bakanı ‘biz geldik, CDS oranları düşüyor, ekonomi iyiye gidiyor’ diyor. Ama bizim bugün yaşadığımız hikaye Cumhurbaşkanı’nın ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ teziyle başladı. Bunun üzerine Türkiye böyle bir krizin içine girdi. Şimdi onu düzeltmeye çalışıyorsunuz. Yarın yeniden bugün uygulananların tam tersi politikalara dönülmeyeceğinin hiçbir garantisi yok.
‘ENFLASYON BAZ ETKİSİYLE DÜŞECEK AMA FİYATLAR ESKİ SEVİYESİNE GELMEYECEK’
Cumhurbaşkanı yıl sonuna doğru düşeceğini söylüyor enflasyonun.
Merkez Bankası’na göre enflasyon 2024 yılının mayıs ayına kadar yükselerek yüzde 75’ler seviyesine gelecek. Yılın ikinci yarısında ise baz etkisinin de katkısıyla gerileyecek. Ama Merkez Bankası’nın yıl sonu tahmini olan yüzde 36’ya gerilemesi mümkün gözükmüyor. Büyük ihtimalle yüzde 50-55’ler seviyesinde gerçekleşecek. Ayrıca şunu da unutmayalım. Enflasyon baz etkisiyle düşecek ama hiçbir zaman için fiyatlar eski seviyesine gelmeyecek. Yıllık enflasyonun yavaşlaması fiyatların artmayacağı anlamına gelmiyor. Ve sonuçta enflasyon her ay artmaya devam edecek ancak matematiksel hesaplamada gerilemiş gibi gözükecek.
‘SEÇİM SONRASI ÇOK OLUMLU GÖZÜKMÜYOR’
Seçim sonrası için ekonomik felaket senaryolarından bahsediliyor. Seçim sonrasına dair öngörüleriniz neler?
Önümüzdeki dönemde IMF’siz bir IMF programı uygulamaya konularak bir acı reçete uygulanacak gibi gözüküyor. Hazine ve Maliye Bakanı’nın ‘bundan sonra ücret artışları hedef enflasyona göre belirlenecek’ ifadesi, asgari ücretin yılda bir kere belirlenmesi kararı, emekli maaşlarında ek artışların yapılmaması, art arda gelen zamlar, vergi artışları seçim sonrası dönemin geniş kitleler çalışanlar açısından çok zor geçeceğine işaret ediyor. Bugün içinde bulunduğumuz krizin maliyeti zaten bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın sırtına yüklendi. Anlaşılıyor ki bundan sonra da yüklenmeye devam edilecek. Döviz kurlarındaki artış devam edecek. Enflasyon karşısında hiçbir savunma mekanizması olmayan sabit gelirli kesimlerin reel gelirlerindeki erime sürecek. Yoksulluk artacak ve derinleşecek. Diğer taraftan sıkı para politikasının yanı sıra daraltıcı maliye politikasının ekonominin büyüme hızında ortaya çıkaracağı yavaşlamanın işsizlik oranlarını artırması söz konusu olacak diye düşünüyorum.
‘TÜRKİYE’NİN YENİ BİR KALKINMA VİZYONUNA, STRATEJİSİNE İHTİYACI VAR’
Buradan çıkışın bir formülü var mı?
Tabii ki var. Bütün bunlara rağmen Türkiye gelecek açısından büyük umut vadediyor ve Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırmak bizlere düşen çok önemli bir görev. Türkiye’nin yeni bir kalkınma vizyonuna ve stratejisine ihtiyacı var. Kalkınma stratejisinin odağında sanayileşme perspektifi olmalı ve üretim ve ihracat yapısı katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimine geçişi sağlayacak ve bu çerçevede teknoloji yoğunluğunu artıracak bir yapıda oluşturulmalı.
Yeni kalkınma stratejisinin başarıya ulaşmasında kamunun, bir taraftan yeni gelişen, geliştirilmesi planlanan ve/veya kamu müdahalesinin gerekli olduğu üretime ilişkin alanlarda ekonomik faaliyetlere aktif olarak katılırken, diğer taraftan stratejik bir koordinasyonu gerçekleştirerek kaynakların etkin ve verimli kullanımına katkıda bulunması büyük önem arz ediyor. Bu durum, yeni kalkınma stratejisinin başarıya ulaşmasında planlamanın da bir kaynak tahsis mekanizması olarak etkin bir biçimde kullanılmasını gerektirmekte.
Bunun yanı sıra sosyal devlet ilkesinin öne çıkarılarak ülkede yaratılan milli gelirin daha adaletli paylaştırılması ve yoksulluğu ortadan kaldırılacak politikaların uygulanması önemli.
‘TÜRKİYE BU KÖTÜ YÖNETİMİ HAK ETMİYOR’
Diğer taraftan, ülkede kurumların itibarını yeniden sağlamak, liyakat esasını yeniden egemen kılmak gerekiyor. Ekonomide güven ve istikrarın oluşturulması önemli. Kamu kaynaklarının kullanımının etkinliğinin sağlandığı ve denetiminin yapıldığı bir ortam gerekli.
Gerçek bir demokrasiye ihtiyaç var. Türkiye kalkınmasını demokrasi içinde, hukuk devleti içinde yapmak zorunda. Türkiye bu kötü yönetimi, bu yanlış politikaları, bu liyakatsiz kadroları hak etmiyor.
GÜNDEM
21 Kasım 2024SPOR
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024SPOR
21 Kasım 2024SPOR
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024