Sahte bir cennetin peygamberi: Endişe Karnavalı

Bir düzenbazın, ikna yoluyla peşinden sürüklediği kitleler tarafından ermişlik mertebesine yükseltilişinin, sıradan bir şarlatanın devlet eliyle kutsanan, yüceltilen bir puta dönüştürülmesinin hikayesidir 'Endişe Karnavalı'. Bir hilekarın, niteliksizleştirdiği insan sürülerini, itaatkar tapıcılara dönüştürerek bir manipülatif diktatöre, düzen koyucuya (sözüm ona) evrilmesinin distopyasıdır yani. Ve bu putun kitleler üzerindeki tesirinden ürken mevcut otoritenin, putu yeni bir yönetim düzeninin maşası ve aparatı olarak kullanışının, kendi iktidarını ölümsüzleştirmesinin anlatısıdır aynı zamanda.

Devlet destekli bir hilekarın yine devlet mekanizması tarafından ekonomik çıkarlar ekseninde beslendiği, fantezilerinin akla yatkın kılındığı bir iklimi beraberinde getirişi gerçekten yazarın kitabında okuduğumuz iyi kurgulanmış kötü gelecek tahayyülü, yazarın ruhundaki yarına dair endişelerin tezahürü değildir elbette. Resul’le Cebrail’in ilk ziyaret ettikleri köy olan Kazyurdu’nda, bir akşamüstü, bir bakkal dükkanında, tepelerindeki ampulün ölgün ışığında, etrafına toplanan köylülere Cebrail şöyle seslenir:

"Ben içinizden biriyim diyenleri baş tacı ettiniz şimdiye kadar. Oysa içinizden biri sizin gibidir, sizin hayatınızı nasıl değiştirebilir? Kendinizi ele alın, kendi derdinize bile derman olamıyorsunuz. Resul kardeşim bizden biri değildir. Yanlış anlamayın, o kendini hepimizin üstünde bir kurtarıcı olarak görmüyor. Onu tanımış olmak bile, insanda bir arınmışlık duygusunun doğmasına yol açıyor. Bunu söyledikten sonra asıl can alıcı habere geleyim. Herkes başını kuma gömüp yaşarken, dünyanın sonu geliyor. Yani anlayacağınız kıyamet kopmak üzere. Bunu mecazen söylediğimi sanıyorsunuz, değil mi? Hayır, kıyametin gerçek anlamda eli kulağında. Bunu sizden hiçbir farkı olmayan ben söylemiyorum. Ben kendi sınırlarımı bilirim. Hatta günahkârlık konusunda siz benim yanımda yedi suyla yıkanmışsınızdır. Ben içinde bol leke taşıyan biriyim. Benim sizden daha çok arınmaya ihtiyacım var. Ama böyle bir insanı tanımışken, bencilliğe düşüp, tek başıma günahlarımdan kurtulmak istemedim. Hem üstelik insan başkalarının girdiği günahları görüp duydukça, ruhunu daha kolay temizler. Tek başına günah olarak görmediği bir şey belki de günahların en büyüğüdür. Herkes bir başkasının aynasıdır arkadaşlar. Fırsat ayağımıza gelmişken elimizi çabuk tutmalıyız. Yoksa bu günahlarla kıyamete yakalanırsak toptan hapı yutarız."

ŞARLATANIN KAHRAMANA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

Bana kalırsa bu coğrafyada değişen her yeni iktidarla birlikte, Mehmet Taşdemir'in romanlarını aratmayacak denli absürt, bir o kadar da endişe verici distopyaların en uçlarda yaşanmış olduğunu gösteriyor ülkenin siyasi tarihi bizlere. Bu topraklarda, şarlatanın kahramana dönüştürülerek göklere çıkarılışı neredeyse sosyal bir alışkanlık, hatta bir gereksinimdir artık.

Dini safsataları yaşamının merkezi haline getiren, sahte peygamberleri omuzlarında taşıyarak onlara biat etmeyi hayat amacı edinenlerin fotoğrafı olan bu distopyadan biraz bahsedelim öyleyse...

Cebrail, çevresindeki insanlar tarafından güvenilir olmayışıyla tanınan, borcuna sadık kalmayışlarıyla nam salmış, ticaret yaptığı insanları dolandırarak geçimini sağlayan bir hayvan tüccarıdır. Bir gün aklına şeytani bir fikir gelir. İnsanların günahlarını para karşılığında satın alarak, onlara cennetin kapılarını aralamada aracı olmaya soyunacaktır. Fakat sahip olduğu kötü şöhret sebebiyle, kimsenin ona itibar etmeyeceği endişesiyle, bir kurbana ihtiyaç duyar. Bu kişi ticaret yaparken dolandırdığı Resul'dür. Kafasındaki plana ilk uygulamaya başlayacağı Kazyurdu köyü sakinlerine Resul adlı kendi halinde, münzevi bir hayat süren genç adamı, bir ermiş, insanların günahlarını üstlenen bir kurtarıcı olarak takdim eder.

Resul’ü allar, pullar, parlatır ve kasabalıya, onun yakında kıyametin kopacağının habercisi olan nurlu bir ermiş olduğu söylencesini yayar. Öte dünya artık yakındır. Tüm ölümlülerin nice nice korkunç günahları vardır ve onlardan arınmanın kaçınılmaz olması gerektiğinden bahseder. Aldatmalar ve aldanışlar böyle başlar. Resul'ün kıyamet kehanetlerinden korkan insanlar, ellerinde avuçlarında ne varsa hepsini Cebrail'in sihirli olduğuna inanmaya başladıkları ellerine bırakırlar. Artık arınmış, hafiflemiş ve günahlarından, ayıplarından feragat etmişlerdir. Fakat Cebrail'in oyununun parçası olan Resul için artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktır. Bu kitlesel histerinin başlamasıyla işler iyiden iyiye çığırından çıkar.

YASAL BİR ZORUNLULUK OLARAK GÜNAH ÇIKARTMA

Sonraki satırlarda devlet mekanizması tarafından bir fantezinin kamusallaştırılması, kentin her yanına günah üstlenme bürolarının açılması, günah çıkarmanın yasal bir zorunluluğa dönüşmesi, bununla paralel olarak keyfi cezai yaptırımlar, baskı ve diktayla topluma dayatılan bir dizi us dışı kanunun çemberinde yaşayan hastalıklı bir toplum modeli tablosuyla karşı karşıya bırakır yazar bizleri.

Endişe Karnavalı, Mehmet Taşdemir, 140 syf., Lejand Kitap, 2024.

Yani yaşadığımız ülkenin yarınki durumuyla yüzleştiren nitelikte bir eserdir 'Endişe Karnavalı'. Bundan önce Öteki Yayınevi'nden çıkan 'Despotun Taşrası' da, Taşdemir’in yeni kitabı 'Endişe Karnavalı' gibi zengin düş gücünün yansımalarıyla okurun gözlerini kamaştıran, şaşırtıcı ve sarsıcı bir distopik romandı.

Mehmet Taşdemir'in Türkiye edebiyatında distopya türünde en özgün eserler veren bir edebiyat emekçisi olduğunu söylemenin hiç de abartılı olmayacağı kanısındayım.

Dünya edebiyatında bu edebi türün örnekleri olan Ray Bradburry'nin 'Fahrenhet 451' ve Aldoux Huxley'in 'Cesur Yeni Dünya' eserleriyle başlayan distopya okumaları serüvenime eklenenler arasında belleğimde en çok iz bırakan eserlerin şüphesiz Mehmet Taşdemir'inkiler olduğunu söyleyebilirim. Ve bunu evrensel düzeyde bir yetkinlikle yapıyor olduğu da şüphe götürmez.

YERYÜZÜNDEKİ KAOSUN KAYNAĞI

Bu romanıyla; öte dünya, cennet, cehennem ve günah olgusu üçgeninde toplumun, dinsel sömürülere karşı ne kadar zırhsız olduğunu, absürt olaylarla, sıra dışı karakterlerin olağandışı eylemleriyle de çeşnilendirerek benzersiz bir biçimde dile getirmiş meramını Taşdemir.

Bu distopyayı okuduktan sonra, okura eğer cehennemle neticelenecek bir son olmasaydı, insan günahlarından azade olmak için mi, vicdan bunalımlarının orta yerinde çırpınmamak için mi onlardan arınmak isterdi? Lekesizliğin ve masumiyetin kollarında duruluğun saadetiyle yaşamak istediği için mi, cehennem adı verilen o sonsuz ateşin içinde azap dolu bir sonun içinde cayır cayır yanmaktan ürküntü duyduğu için mi günahsız olmayı arzular, gibi sorular sorarken buluyor kendini.

Semavi inanç sistemlerinin vaadi olan cennet ve cehennem, yani ödül ve ceza sistemi yeryüzündeki bunca kaosun anası ve kaynağı değil midir aslında?

İnsanlar, cennet özlemiyle aldanmak, teskin edilmek isterlerken, bu vaadi onlara sunanlar karşısında gönüllü ama savunmasızdırlar. Ve vaadin coşkulu inancıyla tüm iradelerini, kendini bu konuda otorite sayanlara teslim etmek, onların sözde misyonlarıyla büyülenmekten geri durmazlar. Ülkede zaten bu yüzden yüzlerce tarikat, dini yapılanma cennet ve cehennem kurgusunun bir sonucudur.

Günah olgusunun ruhsal yükü ağırdır ve yüreğinin derinine işler. İnsanın karanlık arzularını doyurmak ya da kendi çıkarları uğruna kazanım elde etmek için, erdemli olana sırt çevirerek, bayağı eylemlerden kaçınmaz. Dünyevi kazanımlar, günah olanın (erdemsizliğin) kaynağıdır. Oysa kişisel suçlar, erdemsizlikler, irade dışı sapmalar sonucunda insanı aşkın kılacak ya da onun bilinç düzeyini artıracak bir pişmanlığı, vicdani acıyı yüreğinde duyumsamak ve tüm içtenliğiyle yarattığı kaosun bedelini manevi bir bedelle ödemekle olacaktır belki de. Ancak böyle erginleşerek ruh olgunlaşabilir.

Günahların para karşılığında üstlenilmesi, tüm insani değerlerin çürümeye uğrayarak, maddi bir bedelle tüm çirkinliklerinden devletin kefilliğiyle aklanılarak toplumun sosyal dokusundaki tahribatın doruk noktasına varışını ironik bir dille anlatan yazar, insani ve vicdani duygularımızı sorguluyor.

İnsan belki de kendinden, kendi eylemlerinin yükümlülüğünden kurtulmak ister. Günahlarını üstlenecek birinin olması, kurban edilenin tesellisi ya da umududur. Kısa yoldan hakkaniyet ve adalet arayışıdır. O da aslında kurnazlığının kefaretidir. Aldananın da aldatanın da can ağrısını tadacak oluşu kaçınılmazdır. Belki romanda bu yüzden "günah üstlenme büroları" vardır.

İRONİ KARNAVALI

Devlet mekanizmasının usdışı işleyişi ve insan üzerinde yarattığı çarpıklıklara ayna tutan bu distopik kurmacanın içinde kaybolmak okuyucuya edebi bir haz veriyor. Romandaki düş gücü o kadar engin ki, özgün kurgu örüntüleri okurdaki merak duygusunu, okuyucunun düşün dünyasını sarıp sarmalıyor.

Absürtlükler silsilesi, sıra dışı insanların deneyimlediği alışılagelmişin dışında şaşırtıcı olaylar ve sergilediği olağan dışı eylemlerle bezenmiş, edebi dozu yüksek özgünlükte bir eserle karşı karşıya kalıyoruz romanı okurken.

Yazarın anlatım dilinin berraklığı, üslubunun çarpıcılığı, yarattığı kahramanların ruhsal, fiziksel ve psikolojik portrelerini başarılı bir biçimde çizerek okura aktarması, karakterlerin ilginç mizaçları, Dostoyevskiyan iç dünyaları, komik ve karamsar haleti ruhiyeleri, tutarsızlıklarını, çelişkili yönlerini formüle edişlerindeki cesaret, anlatıya karnavalımsı bir hava katıyor. İnsan ruhunun en derininde beslediği bireysel ve toplumsal endişelerden iskeletlenen bir ironi karnavalı olan kitap, mutlaka okunması gerekenler arasında. Keyifli okumalar.

(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)